GİRİŞ
Geçmişte ölümcül özelliğe sahip olan birçok salgın hastalık dünya tarihinin akışını değiştirmiştir.Günümüzde de ilk kez Çin’in Wuhan eyaletinde ortaya çıkan ve COVID-19 olarak adlandırılan ölümcül virüsün bugün neredeyse tüm dünyaya yayılmış olduğunu görüyoruz.Resmi rakamlar gösteriyor ki; insanlık olarak niteliği itibariyle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kitlesel olarak insanlığı etkileyen en büyük felakete tanıklık ediyoruz.Diğer taraftan geçtiğimiz günlerde yine Çin’in Yunnan eyaletinde bir vatandaşın Hantavirüs olarak adlandırılan ölümcül bir virüs sebebi ile can verdiği yetkililerce duyuruldu.Uzmanlara göre ise salgın hastalıklar günümüzde ve gelecek yüzyılda insanlığın büyük bir sorunu olarak kalmaya devam edecek.Mevcut durum böyle iken yaşanan gelişmeler, ülkemizde ve dünyada bireylerin salgın hastalıkla mücadelede kapsamında hak ve sorumluluklarının ne olduğu konusunda yeterince bilinç sahibi olmadığını gösteriyor.Bu yazıda salgın hastalıklar ile mücadele kapsamında hukuki açıdan bireylere ve devlete düşen yükümlülükler hatırlatılarak toplumun bilinçlendirilmesi amaçlanmaktadır.
DEVLETİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
1982 Anayasası’nın 53. maddesinde bireylerin sağlık hakkı güvence altına alınmıştır.Anayasa Hukuku açısından Sağlık hakkı pozitif statü hakları kapsamındadır.Yani; devletin bu hakkın kullanılması ve geliştirilmesi için olumlu ve etkin müdahalelerde bulunması gerekir. Uluslararası insan hakları hukuku da herkesin mümkün olan en yüksek seviyede sağlık standardına sahip olma hakkını garanti eder ve hükümetleri, halk sağlığına yönelik tehditleri önlemek ve ihtiyaç duyanlara gerekli tıbbi bakımı sağlamakla yükümlü kılar.Türkiye de dahil olmak üzere çoğu ülkenin kabul ettiği Ekonomik,Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 12. maddesi uyarınca; herkesin “mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma” hakkı vardır.Aynı maddenin 2. fıkrasının c bendine göre ise hükümetler salgın hastalıkların, yöresel hastalıkların, mesleki hastalıkların ve diğer hastalıkların önlenmesi, tedavisi ve kontrolü için etkili adımlar atmakla yükümlüdür.
Bu kapsamda devletlerin aldığı zorunlu karantina,izolasyon ve seyahat yasakları gibi tedbiler ise bireylerin seyahat özgürlüğü ve çalışma hakkı da dahil olmak üzere birçok hakkını doğrudan veya dolaylı olarak sınırlamaktadır.Devletlerin en asli görevi hukuka uygun hareket etmektir.Sebebi her ne olursa olsun devlet, insanları keyfi nedenlerle ve yeterli bir açıklama yapmadan sınırlayamaz.Dolayısıyla alınan tedbirle uluslararası sözleşmelere,anayasal normlara ve diğer özel yasalara uygun olmalıdır.Geçmişte bu konuda uluslararası bir standart oluşturulması adına birçok çalışma yapılmıştır.En önemlilerinden biri ise bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için haklarının ne zaman ve nasıl kısıtlanabileceğini belirten Siraküza Prensipleri rehber alınarak düzenlenen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR)’dir.Türkiye’nin de taraf olduğu ICCRP kapsamında kamu sağlığının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla insan hakları üzerinde yapılan kısıtlamaların hukuka uygun olabilmesi için sınırlamanın;
- Acil bir kamu ihtiyacına (sağlık) cevap vermesi
- Orantılı olması ve meşru bir amaç gözetmesi(bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek)
- Sınırlamanın meşru amaca ulaşmak için en az kısıtlayıcı araç ile yapılması
- Kanunua uygun olması
- Keyfi ve ayrımcı olmaması
- Anayasa ve uluslararası antlaşmalarala sınırlanması yasaklanmış haklara ilişkin olmaması gerekir.
Ayrıca devlet bu sınırlamaları belirli bir süre ile, insan onuruna saygılı, şeffaf, bilimsel gerekçelere dayanarak ve ayrımcı olmayacak şekilde uygulamalıdır.Karantina veya izolasyon altında olanların özgürlükleri amaca hizmet etmeyecek ve hakkın özüne dokunacak şekilde sınırlandırılmamalıdır.Aynı zamanda devlet, yukarıda çizilen yasal çerçeve içerisinde kalmak şartı ile salgının önlenmesi adına gerekli sınırlama ve yasakları da uygulamaya sokmakla yükümlüdür.Çünkü; devletin müdahale etmesi gereken bir konuda müdahale etmemesi de sorumluluğunu doğuran bir sebeptir.Bunların dışında ICCPR, hastalık durumunda tüm tıbbi hizmet ve tıbbi müdahaleyi sağlayacak koşulların yaratılması, bu süreçte işçilere yeterli koruyucu giysi ve ekipmanın temin edilmesi, iş kazaları ve meslek hastalıkları riskini en aza indirmek için gerekli önlemlerin alınması,halk sağlığını korumak adına bu süreçte su kesintilerini askıya alınması ve hastalıkları önleme ve kontrol etme yöntemlerine ilişkin gerekli eğitim ve bilgiye erişimin sağlanması gibi tedbirleri devletler açısından “temel yükümlülük” olarak kabul eder.
BİREYLERİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Devletlerin olduğu kadar bireylerin de salgın hastalıklarla mücadele kapsamında önemli yükümlülükleri vardır.
- Bu yükümlülüklerden biri; bireylerin karantina kurallarına uyma yükümlülüğüdür.Bu kurallara aykırı davranmanın cezası 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 195. maddesinde düzenlenmiştir.Buna göre; “Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”Örneğin; karantinada tutulan birinin yakınları tarafından hastanaden kaçırılması olayında kaçırma eylemini gerçekleştiren ve karantinadan kaçan faillerin bu madde uyarınca cezalandırılmak üzere yetkili makamlara ihbar edilmesi gerekir..Hakkında verilen karantina kararının haksız olduğunu düşünen kişi bu durumda kaçmak yerine karantina kararının hukuka uygun olup olmadığına dair karar talep etmesi gerekir
- Diğer bir husus ise ölümcül hastalığı bulunan bir hastanın bu hastalığı bir başkasına kasten veya ihmalen bulaştırması ve bu kişinin hastalık sebebi ile ölmesi sonucu TCK kapsamında kasten adam öldürme suçunun gündeme gelip gelmeyeceğidir.Bu durumda suçun manevi unsurunu incelemek gerekir.Eğer fail hasta olduğunu biliyorsa (örneğin testi pozitif çıktıysa) ve bilerek ve isteyerek hastalığı herhangi bir yolla bir başkasına bulaştırdı ise kasten adam öldürme veya yaralama suçu gündeme gelecektir.Bununla birlikte bulaşıcı hastalığın semptomlarını gösteren bir kişinin bu durumu önemsemeyip sosyal çevresini uyarmadan rutin hayatına devam etmesi ve adeta “bulaşırsa bulaşsın” saikiyle hareket etmesi ya da yetkiliklere yanlış bilgi vererek karantinadan kurtulmaya çalışması sonucu salgın hastalığın yayılmasına ve ölüme sebebiyet vermesi durumunda ise kategorik olarak olası kast ile adam öldürme suçundan sorumlu olması gündeme gelecektir.Örneğin; geçtiğimiz günlerde Türkiye’de meydana gelen karantina altında olan ve hastalık belirtilerini gösteren birinin bir başkasının yüzüne tükürmesi olayı bu kapsamda değerlendirilmelidir.Bunların dışında ise 1930 tarihli 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 57. maddesinde bulaşıcı hastalıklarla ilgili olarak alınan tedbirlere karşı aykırı davrananlara yönelik adli para cezası da öngörülmüştür Dolayısıyla hasta olan veya hastalık belirtileri taşıyan bireylerin derhal kendi tedbirlerini alarak bu durumu yetkili makamlara bildirmesi, bilinçli bir şekilde davranması ve hiçbir şekilde karantina kurallarına aykırı davranmaması gerekir.
- Diğer bir yükümlülük ise ihbar yükümlülüğüdür. Türk Medeni Kanunu’nun 432. maddesinde;
…….., ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle topluma için tehlike oluşturan her ergin kişi, kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması halinde, tedavisi, eğitimi veya ıslahı için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya alıkonulabilir. Görevlerini yaparlarken bu sebeplerden birinin varlığını öğrenen kamu görevlileri, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar.Dolayısıyla; toplum olarak, kamu sağlığı ve güvenliği bakımından, şüpheli veya enfekte birini gördüğümüzde kamu görevlisine (örneğin polise ya da sağlık görevlilerine) bu durumu ihbar edebiliriz. Fakat bu durum kesinlikle kötüye kullanılmamalı, birilerinden intikam alma ya da eğlenme amaçlı gereksiz ihbarlarda bulunulmamalı, her ne kadar şüpheli veya enfekte bir vaka ile karşılaştığımızda ihbar yükümlülüğümüz var ise de, bu kişilere herhangi bir şekilde müdahale etmemeli, kişilik haklarına ve kişisel dokunulmazlığına yönelik saldırıda ya da suç teşkil edecek başka bir davranışta bulunulmamalıdır. Aksi halde, Türk Ceza Kanunu kapsamında cezai sorumlululuk doğacaktır.
- Diğer bir husus ise olası bir salgın durumunda yaşanan stokçuluk ve akabinde gelen fahiş fiyat artışlarıdır.Bu durumda ise faile TCK’nın 240. maddesi uyarınca, kamunun acil ihtiyacı olan maddelerde stokçuluk yapması halinde iki yıla kadar hapis cezası verilebilmektedir.Çünkü; gıda ve temizlik maddeleri de salgın hastalık durumunda kamu için acil bir ihtiyaç kapsamındadır.Gıda veya dezenfektan maddelerinin biriktirilip saklanması ve böylece piyasada bulunamadığı izlenimini yaratıp fiyatının artmasını sağlaması ve böylece karaborsa yoluyla haksız çıkar sağlaması bu kapsamda değerlendirilebilir.
Profesyonel destek almak isterseniz iletişim sayfamızdan bize ulaşabilirsiniz.