Hasta bilgilerinin gizli tutulması sağlık hukukunun temel esaslarından biridir. Zira hekimler ve diğer hastane personeli tedavi için çalıştıkları kurum, kuruluş ya da muayenehaneye başvuran hastaların tedavisi süreçlerinde bizzat hasta kişi ve çevresi hakkında önemli bilgileri edinirler.

Hastanın gerek teşhis gerek tedavi sırasında, o ana kadar bilinmeyen bazı hususlara, sırlara vakıf olabilirler. Örneğin bir hekim psikiyatri servisinde tedavi gören hastanın tecavüz mağduru olduğunu, hatta hastaya tecavüz edenin kişinin kim olduğunu dahi biliyor olabilir. Ancak bu bilgilerin adli merciler dışındaki üçüncü kişilere ifşası sonradan telafisi imkânsız zararlara sebebiyet verebilecek niteliktedir ve kanuna aykırıdır. 1981 yılında Lizbon’da toplanan Dünya Tabipler Birliği tarafından yayınlanan Lizbon Bildirgesi’nin 4 üncü maddesi; “Hasta, kendisiyle ilgili tüm tıbbi ve kişisel bilgilerin gizliliğine gereken saygıyı göstermesini hekiminden bekleme hakkına sahiptir.” Şeklinde bir düzenleme getirerek, şahsî sağlık verilerinin gizliliğine vurgu yapmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bürosu Avrupa Hasta Hakları Danışma Konseyince Mart 1994’te yayımlanan Amsterdam Bildirgesinin, 4 üncü maddesi “Mahremiyet ve özel hayat” başlığını taşımaktadır. İlgili madde uyarınca hastanın sağlık durumu, tıbbi durumu, tanısı, prognozu, tedavisi hakkındaki ve kişiye özel diğer tüm bilgiler, ölümden sonra bile gizli olarak korunmalıdır. Hastaya ait bu bilgiler, yalnızca hastanın açık izni veya mahkemenin kesin isteği üzerine açıklanabilir. Hastanın tedavisi ile ilgili diğer sağlık personeline ihtiyaç söz konusu olduğunda hastanın onayı olduğu varsayılarak davranılır.

Yine hastanın kimliğine dair bilgiler korunmalıdır ve bu bilgilerin korunması usulüne uygun yapılmalıdır. Bu tür verilerin alındığı insan ürünleri de aynı şekilde korunmalıdır.

Dünya Tabipler Birliğinin Eylül 1995’te yayınladığı Bali Bildirgesi’nde “Gizlilik hakkı” başlıklı 8 inci madde ile Amsterdam Bildirgesine paralel kurallardan bahsedilmiştir. Madde ile hastanın sağlık durumu, tıbbi durumu, tanısı, prognozu, tedavisi ve kişiye özel diğer tüm bilgilerinin ölümden sonra bile gizli olarak korunması gereği tekrarlanmıştır. İstisna olarak hasta yakınlarının kendileri ilgili sağlık risklerini öğrenmeleri açısından bu bilgilere ulaşabilme hakkı olabileceği belirtilmiştir.

Hasta Haklarına İlişkin 2002 tarihli Avrupa Statüsü (Ana Sözleşmesi)’nün “Özel ve Gizlilik Hakkı” başlıklı 6. maddesi ile de aşağıdaki şekilde bir düzenlemede bulunulmuştur.

“Bir bireyin sağlık durumuna veya ona uygulanan tıbbi/cerrahi tedaviye ilişkin bilgi ve veriler gizli olmalı ve öyle muhafaza edilmelidir. Tıbbî cerrahi müdahale sırasında bile kişisel gizliliğe saygı gösterilmeli, yani uygun ortamda yapılmalı ve gerçekten orada bulunması gerekli olan kişiler (hastanın onayı veya özel bir talebi olması durumları hariç) nezdinde yapılmalıdır.”

Sır saklama yükümlülüğü ülkemiz mevzuatında vekalet sözleşmesine ilişkin Borçlar Kanunu hükümleri arasında açıkça düzenlenmemiştir. Bununla birlikte sır saklama yükümlülüğünün sadakat yükümlülüğünden kaynaklanan alt bir yükümlülük olduğu kabul edilmektedir. Sadakat yükümlülüğü, hekimlerin ve sağlıkla ilgili kurum ve kuruluşların hastanın sağlığını korumak için gerekli her şeyi yapması, zarar verecek şeylerden kaçınmasını ifade etmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse sadakat yükümlülüğü hastanın menfaatlerinin hekim ve sağlık kuruluşlarının kendi menfaatlerinden üstün tutulması anlamına gelmektedir.

Görülmesi taahhüt edilen işin müvekkilin (iş sahibi,hasta) menfaat ve iradesine uygun şekilde görülmesi esasının bir sonucu olan sadakat borcu, Borçlar Kanununun 386 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme çerçevesinde özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan hekimlerle söz konusu kurum-kuruluşların işleticileri ve diğer tüm çalışanları hastaların kendilerine başvurduğu andan tedavinin sonlandırıldığı ve hatta tedavi sonrasında hastaya ilişkin edindikleri bilgileri saklamak ve üçüncü kişilerle bu bilgileri paylaşmamak yükümlülüğü altındadırlar.

Diğer yandan Anayasanın 17. ve Medeni Kanun’un 24. maddesi de sır saklama yükümlülüğünde hukuki bir temel olarak görülebilir. Yine Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 4. maddesinin ilk fıkrasında “tabip ve diş tabibi, meslek ve sanatının icrası vesilesiyle muttali olduğu sırları kanuni mecburiyet olmadıkça ifşa edemez” denmektedir. Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 23. maddesinde de “sağlık hizmetlerinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında hiçbir şekilde açıklanamaz” denilmiştir. Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 9/1 c maddesi ise “hekim hatasından mesleğini uygularken öğrendiği sırları açıklayamaz” denmektedir.

Hukuk literatüründe sır herkes tarafından bilinmeyen ve açıklanması sahibinin şeref ve menfaatine zarar verme tehlikesi gösteren hususlar olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile sahibinin açıklanmamasında yarar gördüğü ve başkaları tarafından daha önce bilinmeyen hususlar da sır kapsamına girer. Herkes tarafından bilinen şeyler sır kapsamına girmese de sınırlı bir çevrede bilinen hususlar sır sayılabilir. Hekimlerin mesleklerinin icrası gereği bu esnada öğrendikleri gerek tıbbi gerek tıbbi olmayan hastanın kendisinden veya yakınlarından doğrudan veya dolaylı olarak öğrendikleri hususlar sır olarak kabul edilmektedir.

Bu noktada somut bir olay üzerinden değerlendirme yapar isek konu daha net anlaşılabilecektir.

“Gece yarısı manidepressif teşhisiyle bir yaşlı kadın hasta kliniğe yatırılmıştır. İlerleyen saatlerde kadının yeğeni olduğunu ve yaşlı kadının durumu hakkında bilgi almak istediğini söyleyen bir genç fazlaca ısrarlı olunca hekim hastalığın seyri ve hastalığın genetik özellikler taşıyıp taşımadığı sorularına cevap vermiş ve bu hastalığın çocuklarına da büyük ihtimalle geçebileceği bilgisini de arayan gence bildirmiştir. Ertesi gün hastaneye hasta kadının kızı olan genç bir kadın gelmiş, annesinin hastalığı hakkında yukarıdaki bilgileri veren hekime, gece arayan kişinin nişanlısı olduğunu ve görüşmeden sonra hastalık sebebi ile nişanı bozduğunu bildirmiştir.”

Dolayısıyla hastaya ait gizli bir bilginin telefon ile hasta yakını olduğunu beyan eden birine verilmiş olması hasta aleyhine zarara sebebiyet vermiştir. Sır saklama yükümlülüğünün ihlali şu sonuçları doğuracaktır. Her ne şekilde olursa olsun sır saklama yükümlülüğüne aykırı davranıldığında hastanın bu yüzden uğradığı maddi ve manevi zararlar tazmin edilir. Sırrın ifşa edildiğini ispat yükü hastaya ait olmakla birlikte hekim, diğer sağlık personeli ve sağlık kuruluşu da sırrın ifşa edilmesinde kendilerine herhangi bir kusurun isnad edilemeyeceğini ispat ederek sözleşme ilişkisi içerisinde bulunduğu kişiye karşı sorumluluktan kurtulur. Hekim ve sağlık kuruluşlarının yanlarında çalıştırdıkları kişilerin bu yükümlülüğünü ihlal etmeleri sebebiyle akdin karşı tarafına karşı BK 100 üçüncü kişilere karşı BK 55 e göre sorumlu tutulması mümkündür. Bu takdirde hekim, sağlık kuruluşu ve yardımcı kişilerin müteselsil-birlikte sorumluluğu doğmaktadır.

Bu çerçevede vurgulamak isteriz ki hekimler ve diğer sağlık kuruluşu çalışanları ister sağlık kuruluşu içerisinde ister dışarısında olsun hasta bilgilerinin gizliliğine azami surette önem göstermelidir.

Av. Nazlı Sezer